Bizsiz de dünya olacak bir dünyadayız. Anlama ve anlatma çabası içindeyiz, biraz da çizme. Umudum, birilerine umut olabilmektir. Birinin yalnızlığını gidermektir. İnsanların kalplerindeki çiçekleri soldurmamaktır. O halde Hoş geldiniz!
Çok üzüldüğünüzde ne yaparsınız sayın okuyucular? Ben hafif üzüntülerde onları unutmak amacıyla bir şeyler yerim ve ya bir şeyler izlerim. Gerçekten üzüldüğümde ki Elhamdulillah bununla çok sık karşılaşmam. Hiç bir şey yapmadan bu üzüntüm, onun sonuçları ve nedenleri üzerinde düşünmek isterim. Saatlerce ve belki de günlerce. Ağlamak isterim düşünürken. Bu durumlarda yazmayı da severim. Çünkü düşüncelerimi toparlamama yardım eder. Ya da biraz daha iyi olup kendi içimde bir şeyleri hallettiysem bir dostumun yanında olmayı da isterim. Maalesef telefon ya da bir canlı görüşme yanında olmak kapsamının içine tam olarak girmiyor. Bu yüzden olur da birisi okur ve belki de dua eder diyerek bu yazıyı yazıyorum. Açıkçası takip ettiğim pek çok bloğun hüznüyle hüzünlendiğim pek çok an var. Belki bu gün ben de birisiyle acımı paylaşabilirim. Zira kimseyi aramayı düşünmüyorum.
Pandemi döneminde olduğumuzdan, yaşam alanım izolasyon alanı oldu, orta halli bir memur çocuğu olduğumdan evimizin diğer odasında tüm aile kalıyoruz. Bu da kendi kendine düşünmek ve ağlamak için gereken konforu sağlamıyor maalesef. Yakınlarda park olsa, ona gitsem otursam.. Kütüphaneye gitmeyi düşündüm. Ama bu da mantıklı olmaz.
Açıkçası bu durumun bir gün gerçekleşeceğini biliyordum, kendimi hazırlıyordum da ama bu kadar üzüleceğimi düşünmemiştim. Üzüntümün nedeni hakkında bir şey söyleyemeyeceğim sadece kendimi Frantz filmindeki şu keman sahnesi gibi hissediyorum:
Tek tesellim bu konuda senelerdir dua ettiğimdir. Biliyorum ki olanda hayır vardır. Güzel günler uzak değildir. Tam bugün ki derste çok sevdiğim hocam şöyle dedi: "Bursa mı ihtiyacınız var? ya da bir sıkıntınız var ve onu atlatmak mı istiyorsunuz? ya da bir muradınız mı var? seher vakitlerini kaçırmayın. O vakitlerde ettiğiniz dualar geri çevrilmez." Aslında hocam çok güzel dedi ama sadece bu kadar iletebildim. (Seher vakti ise imsaktan hemen önceki vakit.) İşte tam o sıralarda üzüntümün sebebi meydana geldi. Dersin geri kalanında da güldüm, sorulara cevap verdim. Çünkü böyle olması gerekmez mi?
Bugün sabahtan beri aklımda olan ama bir türlü hatırlayamadığım bir şiir var. Şimdi bulabildim:
"akdeniz gülüşlü bir çocuk olsaydın
ağzının kıyısında gülüşler biriktiren
yüzünde bin bir haylazlıkla sevseydin beni
yüreğinden beyaz kuşlar uçardı yüreğime
dokundukça portakal çiçekleri dökerdi
sevilmekten ürpertili dingin gövden
ah çocuk ah kadın ah sevgili
sözlerin aşkı anımsatsa da
gülüşünde onulmaz acılar gizli"
Velhasıl, beni dinlediğiniz için gerçekten teşekkür ederim. Bir gün nasip olursa Frantz filmini tanıtacağım. Gün içinde yazıyı güncelleyebilirim eğer halim ve vaktim olursa çünkü konuşmak ve anlatmak iyi geldi.
Güncelleme 1:
Sanırım kendimi anlatmayı başaramadım. Daha da önemlisi kendimi anlamadım. Ya hep ya hiç diye düşündüm, biraz da gururluydum. Artık bu konuda bir beklentim olmaması, artık bir hayalim olmaması beni bir boşluğa sürüklüyor. Sadece bu konuda bir boşluk. Zaten içinde olduğum boşluk büyüyor büyüyor ve sanki etrafımda yalnızca o varmış gibi hissettiriyor. Sabah uyandığımda ilk düşündüğüm şey bu olsada artık iyi olduğumu düşündüm. Bir yanılsama. Ama sonuç olarak dünden daha iyiyim, yarın bugünden daha iyi olacağım. Sevinçlerin baki olmadığı gibi üzüntüler de baki değil. Bir yandan mutluyum aslında, belirsizlik kötüydü. Öyle bugün nasip olursa biraz parka gideceğim. Açık hava belki iyi gelir.
Güncelleme 2:
Kayboldum. Geçen sene mart ayında kayboldum.
Güncelleme 3:
Bugün altıncı gün. Sanırım dün dipteydim. Bir an hayatımın amacını kaybettiğimi sandım. Sonra kendime geldim. Tabi hala çok üzgünüm ama en azından yaşamımın farkındayım. Dün yapmam gereken ama yapmadığım şeyleri düşündüm. Kendi kendime konuştum. Sandım ki onları yapsaydım bu olmazdı. Halbuki bu ulaşacağım yegane sondu. İnsanın hayatı ne kadar dolu olursa üzülmek için o kadar az vakit kaldığını bir kez daha anladım. Gözümde yaşlarla da olsa bir derse girdiğimde bir şekilde adapte olunuyor. Ama bir yandan da üzüntümü sonuna kadar yaşamayı seviyorum. Hiç bir şey yapmadan kanepede dizlerime karnıma çekip saatlerce oturmayı seviyorum. Kendimi içimdeki mahkemeye çıkarıp yargılıyorum. Hayatımdaki yalnızlıkları ve acıları insanların üstüne yıkıp kendimi aklamıyorum. Çünkü eğer ki bu durumumun müsebbibi sayarak onlardan nefret edersem hayatım boyunca içimde bir leke olacak. Oysa bu şekilde bu günler daha acılı geçse de ileride gülerek hatırlayacağım güzel bir hatıra olabilir. Velhasıl Elhamdulillah bugün daha iyiyim. İnşallah sizlerde daha iyisinizdir. O zaman tüm hüzünlü olanlar için şunu demek istiyorum: "Gımıldan gımıldan, gımıldanıve."
Güncelleme 4:
Zaman hem çok hızlı geçiyor hem de hiç geçmiyor gibi. Paradoks. Bugün on ikinci gün. Artık aklıma üzüldüğüm şey geldiğinde üzülmüyorum. Ama hep mi bu kadar soğuk kanlıydım bazı olaylarda merak ediyorum. Sanki gözleri önünde sevdiği öldürülmüş samurayın dünyadaki insanlara olan düşmanlığını taşıyorum içimde. Sanırım hala o derin boşluktayım ama ben bile farkında değilim.
Geçen dışarı çıktığımda ağaçlara dikkat ettim. Dalları o kadar kuru ki. Eğer sürekli yeşil kalan ormanların ya da hiç ağaçların bulunmadığı bir yerden gelseydim onların sonsuza dek öldüğünü düşünürdüm. Şimdi düşünüyorum da ben de öyleyim. Aynı zamanda o ağaç hiç bir zaman baharı getiremez, ben de getiremem. Tek yapacağı şey sabretmek ve ona uzatılan elleri reddetmemek. Meğer teslimiyet duygum ne kadar azalmış. Baharımı kendimin getireceğine mi inanmaya başlamıştım yoksa?
O kadar yorgunum ki, hiç bir şey yapmadığım günlerde de çok dolu olan günlerim de de. Yine de eskisi gibi hayalini kurduğum kır evini özlemiyorum. Sadece bakmak istiyorum, karşı duvara ya da tavana doğru. Bir şeylere yetişmeye çalışmadığım bir zaman diliminde olmak istiyorum.
Güncelleme 5 :
Selamlar yeniden, öncelikle bu sıralar bloğa yazacak bir şey bulamıyorum. Biraz yoğun olmamın yanında, yeni bir şey izlemememden de kaynaklanıyor. Eski güzellikleri de yazasım yok. Nasıl ölmek isterdiniz? (Bunu yazmamın sebebi ölümün aslında çok yakınımızda olduğunu bilmem. Yaşamımız tam olarak bir varmış bir yokmuş hikayesi). Ben beni çok seven insanlar varken ölmek isterim. Çok sevdiğim bir hocam bir derste: "Eğer ilim öğrenmek olmazsa insan bu kirli dünyada neden yaşamak istesin?" demişti. Mealen naklettim.
Her şeyi bilinçaltı ile açıklıyor ya Freud. Dün yirmi günün ardından derdimi hatırlatan bir rüya gördüm. Geçmişe gidiyordum. (Anlayacağınız işlere biraz TENET de dahil olmuş.) Hayat çok ilginç. Sahnenin Dışındakiler kitabında, şöyle geçiyor:
"Her şey insanla bir noktaya kadar yürür ve orada kendisini asil talihine, yalnızlığına bırakır."
İşte bu benim yalnızlığım. Sizin yalnızlığınız. Burada önemli bir konu da yalnızlığı ne diye tanımlarsınız? Yalnızlık nedir? Yalnızlık bence kaybolmaktır. Derin bir boşlukta. Bu boşluğu önceden neyle doldurduysanız onun boşluğuna düşmektir. Dostsuz olmak demek değildir. Tabi bunlar benim görüşlerim. Şu ana kadar hiç yorum olmasa da, sayın okuyucu arzu ederseniz fikrinizi beyan edebilirsiniz.
Bu arada bana film tavsiye etmek isterseniz tık tık. Hem de anonim olabilir. Ne de olsa hayat devam ediyor.
Güncelleme 6:
Merhabalar. Burada konuşuyorum, sohbet ediyorum ve dertlerimi anlatıyorum. Ama dinleyen var mı bilmiyorum. Boş duvarlara konuşuyor gibiyim yine de rahatlatıyor. Yakında aradan aylar geçecek. Bilemiyorum sınavlardan mı yoksa gerçekten mi çok bunaldım. çok kayboldum. Elhamdulillah ala külli hal. Sanırım birisinin bana geçecek demesine ihtiyacım var. ama kendi kendime demeliyim. geçecek bu da merak etme. Sevinçlerin geçtiği gibi hüzünler de kalıcı değildir.
Yorumlar
Yorum Gönder